26 Eylül 2010 Pazar

Ozzy Osbourne - Scream


Yumurta kapıya dayandı ve konsere 4 gün kalmışken ben Scream'ı dinleyebildim. Anathema konserinde olduğu gibi yeni albümü konserde öğrenmek gibi bir salaklığa imza atmıycam en azından. Neyse Bir haftadır bilfiil albümü dinliyorum. Aslında önceki Ozzy albümlerini pek sevmemiştim. Zaten Sharon Osbourne'un Bruce D. için çıkıp Ozzfest'te maymun falan demesi, adam tutturup yumurta fırlattırması beni iyice soğutmuştu Osbourne ailesinden. Zaten Ozzy hayranlarınından da o kadından çok hazzetmediğine eminim. Sadece Ozzy tarafından olaya baktığımızda da adamın bütün olan bitenden haberi bile yok. Ne Bruce'un bunun arkasından atıp tuttuğundan ne de Sharon'un yaptığı konuşmadan... Steve Harris gelip tüm olan biten için özür dilediğinde öğreniyor herşeyi garibim.

Neyse albüme dönelim. Senelerdir bir arada olduğu Zakk Wylde yok bu albümde. Böylece o ağır kendini tekrar eden Black Label Society soundu da yok olmuş. Selanik doğumlu Firewind gitaristi Gus G. ile çalışmış bu albümde. Çok da iyi olmuş. Şarkıların hepsini Ozzy ve yapımcısı Kevin Churko ile klavyeci Adam Wakeman yapmış. Böylece biraz daha özüne dönmüş. 62 yaşındaki bir adamdan beklenmeyecek şekilde sert ve ağır bir albüm ve çoğu yerde Sabbath dönemlerine geri dönüyor. Albüme Ozzy'nin en progresif albümü diyenler de var. Albüm Ozzy'nin en progresif albümüdür doğrudur ama progresif bir albüm değil orası kesin. Bayaa düz net Heavy Metal.

Albüm 48 dakikalık yani çok uzun değil ama içinde süper şarkılar var: Zaten ilk üç şarkıda olayı koparmış: Let it Die süper bir açılış şarkısı. Ozzy'nin biraz da kendisiyle taşak geçtiği bir şarkı. Let me Hear You Scream ise tam bir konser parçası. Konserde bu parçayla bayaa anırcaz sanırım. Soul Sucker'sa albüme ilk ismini verecek parça olarak düşünülmüş ama Ozzy hayranları ne bu lan pop albümü gibi diyince vazgeçilmiş. Gayet Sabbathesk bir parça. Life Won't Wait; Diggin Me Down, Latimer's Mercy ise albümdeki diğer iyi parçalar. Diggin Me Down bundan 20-25 yıl önce yapılsa sanırım çok tepki toplardı:) Sözleri çok güzel. Crucify ise albümdeki favori parçam.

Bu arada Ozzy'nin vokalleriyle abartı oynanmış.Zaten ilk şarkıda düz efekte boğmuşlar sesini. Konserinde bunun yarısı performans gösterse süper olur.

Konser demişken 20 Eylül Paris konserinin Playlisti:

1. Bark at the Moon
2. Let Me Hear You Scream
3. Mr. Crowley
4. I Don't Know
5. Fairies Wear Boots
6. Suicide Solution
7. War Pigs
8. Shot in the Dark
9. Rat Salad
10. Iron Man
11. Killer of Giants
12. I Don't Want to Change the World
13. Crazy Train
14. Mama, I'm Coming Home
15. PARANOID (babayın kemiiine!!!!!)
16. Flying High Again
17. Into the Void

Konser yazısı mı oldu albüm yazısı mı oldu ben de anlamadım. Neyse 30 Eylül günü herkese iyi eğlenceler ve yeni albümde süper olmuş diyip bağlayayım..

19 Eylül 2010 Pazar

Giant Squid - The Ichthyologist


Öncelikle grubu Artemisia Gentileschi'nin şu yazısından tanıdım. Yeni bişeyler dinlemek için yırtındığım bugünlerde çok iyi geldi Giant Squid. Daha web sitesi bile olmayan Myspace ve Facebook'tan idare eden bir grup. İlk dinlediğimde ise gerçekten bayıldım ve takip edilecek guplar listeme ekledim. Konsept olarak deniz yaratıklarına ve canavarlarına takmış bir grup. Müzik ise tamamıyle uçuk. Aradığınız herşeyi bulabilirsiniz. Tanım olarak pek çok fanzin progressive/doom/stone metal demiş ama ne bileyim bence tam olarak bir kalıba sokmak haksızlık olur. Dinlerken Post Rock'tan Gogol Bordello'ya Black Sabbath'tan My Dying Bride'a kadar geniş bir yelpazede her türlü grubu ve müziği duyabilirsiniz. Bu da elemanların müzikal açıdan ne kadar doyumsuz olduğunu ve her şeyi yapmak istediklerini gösteriyor.



The Ichthyologist albümü ise 2009 çıkışlı. Ancak daha Amerika sınırları dışına çıkamamış. Albümün promosyonu hakkında ilginç bir nokta: Albümü Myspace'ten gruba sipariş eden ilk 50 kişiye grubun gitar vokali Aaron Gregory kendi elleriyle San Fransisco körfezinden topladığı köpek balığı dişlerini hediye ediyor. Böyle de cins elemanlara sahip:)



Albüme gelirsek dediğim gibi birbirinden çok farklı yapılara sahip pek çok şarkı var. Açılış şarkısı Panthalassa dinlediğim en güzel ve en gaz açılış parçalarından. Süper bir riff ve süper iniş çıkışlar. Ama albümün en iyi parçası ikinci şarkı La Brea Tar Pits. Uzun zamandır dinlediğim en hasta vokallere sahip (Brutal diil, panik yok) tam bir funeral doom parçası olarak başlıyor ve bir post-rock parçası olarak bitiyor. Şarkı albümün hiti benim için. Ardından gelen Sutterville ve Dead Man Slough'la çok hızlı başlayan albümün temposu düşüyor ama Throwing Donner Party at Sea ile tekrar hız alıyor. Bu parçada anaaa Gogol Bordello lan bu diyebilirsiniz. Şarkıda brutal vokalleri ise Crisis'teki hatun yapmış. Evet o brutal vokller bi hatuna ait:)



Sevengill ise albümün diğer hiti bana göre. burda da My Dying Bride'vari bir giriş, ağır riffler ve sonunda sürpriz olarak Anneke van Giersbergen'in vokalini duyabilirsiniz. Bu parçada uzun zamandır dinlediğim en sağlam doomy parçalardan. Mormon Island parçasında ise grup tekrar post rock yapısına dönüyor, ve sadece keman ve vokalle direk ambians'a sokuyor. Blue Linckia şarkısı Sabbathesk ağır rifflerle örülü olsa da Mormon Island'ın tamamlayıcı parçası oluyor. emerald Bay ve Rubicon Wall'la albümün sıkıcı parçaları. Sanki daha iyi bitirebilirlermiş gibi geldi.



Eğer değişik birşeyler dinlemek istiyorsanız albümü öneririm. Her sounddan barındıran ilginç hastalıklı bir müzik. Son 10 gündür aralıksız dinliyorum. ama artık biraz ara vermem gerekiyor. Ozzy Osbourne konseri yaklaşıyo. Biraz Ozzy çalışalım da konserde bu neydi lan, hangi parçaydı lan bu falan demiyeyim.


6 Eylül 2010 Pazartesi

Sabri Vol.2



Daha önce burda vol. 1'i vardı. Ya bu adam türk futbolunun rengidir. Ne denir ki sana daha bilmiyom . İyi ki varsın. Ofiste iğrenç geçen günümü neşelendirdin...

Kurban - Sahip


Aslında albümü 1-2 ay önce acayip yoğun biçimde dinlemiştim ve zorla herkese dinletmiştim. Ama araya başka şeyler girince yazamamıştım. Bugün iş çıkışı eve yürürken bişeyler dinliyodum. Last.fm'in önerdiği saçma sapan şeyler. Belki güzel bişiiler çıkar aralarında diye indiriom işte hepsini. Dinlediklerim bayınca dur neler atmışız önceden empeüç playırın içine diye bir baktım. Ve Kurban'ı dinlemeye başladım. Bugün acaip de sinrim bozulmuştu iş yerinde ve o kadar iyi geldi ki... 1 ay önce de çok iyi gelmiş ve pek çok şeyi geride bırakmama yardımcı olmuştu.
Albüm hakkında detaya inmiycem. Ama albümü sewmeyen gerçekten mal ne diyim. Sağda solda yorumları okursanız yok Toxicity yok şu yok bu yok arak yok taklit falan diye saçma sapan şeyler okursunuz. Bunları ciddiye alırsanız (iddaalı konuşuyorum) şu ana kadar yapılmış en baba prodüksüyonlu türkçe rock albümünü kaçırmış olursunuz. Albümün masteringini zaten George Marino yapmış ve öyle böyle değil cayır cayır gitarlar.
Hakim, İFRİT, Güneş, Yobaz, Mesih albümün en mükemmel şarkıları. Aslında albümdeki bütün şarkılar mükemmel ama bu 4 şarkıyı defalarca dinledim ve hala doymadım.
Sözlere gelince...Yine iddalı olacak ama şu ana kadar yazılan en iyi türkçe rock parçaları. yok ya abartmıyorum. Özellikle İfrit parçası. Öyle böyle değil.
Albümü indirmeyin. İki biraz az için gidin alın derim ben.

5 Eylül 2010 Pazar

Ihsahn - After

Kesinlikle bu sene dinlediğim albümler arasında ayrı bir yere koyacam After'ı. Gerek kapak çalışması, gerek soundu, sözleri, ambiyansı...Herşeyiyle bildiğinizin alıştığınızın dışında ezberbozan inanılmaz bir albüm olmuş After.
Metal piyasasında bir sonraki işi en fazla merak edilen adamlardan biri Ihsahn, diğeri de Akerfeldt'tir büyük ihtimalle. Bu iki adam da kalıplarına sığamaz, sürekli yeni ve farklı bir şeyler arar, karanlık taraflarından asla taviz vermeyerek müziklerine inanılmaz boyutlar katarlar.
Albüm baştan sona dahiyane. Konsept karanlık ve saykodelizm arasında gidip geliyor. Ve bu iki duyguyu albüm boyunca birbirine o kadar iyi karıştırmış ki... Bu sadece müziğin, enstrümanların iyi harmanlanmasıyla oluşturabilecek bir şey değil, bu duyguyu dinleyene aktarabilmek gerçekten deha işidir.
Albüm The Barren Lands'la açılıyor, albümün en progresif şarkısı diyebiliriz özellikle sololar ve riffler gerçekten harika. Ardından gelen A Grave Inversed ise sanırım extreme müzik tarihinde apayrı bir yere sahip olacak. Saksafon gibi metal müzik dinleyicisinin hiç alışkın olmadığı bir enstrüman; parçanın en önemli sesi haline gelmiş ve kesinlikle göze batmıyor. İşte bunu demin yukarıda bahsettiğim karanlık ve saykodelizm konseptinin harmanlamasıyla başarmış.
Albümün isim parçası After clean vokallerle başlayıp sonlarında Ihsahnvari kopuş yaşayan güzel bir parça. Ardından gelen Frozen Lakes on Mars The Barren Lands'le beraber albümün diğer progresif kasışı, şarkının solosu süper.
Undercurrent ise albümdeki en sevdiğim iki parçadan birincisi. Yavaş bir giriş, ardından gelen karanlık riffler ve sonunda saksafonun eşlik ettiği bir melankoli... Ihsahn müzikal doruğa ulaşmış bu şarkıda.
Austere ve Haven's Black Sea albümdeki karanlık havayı tamamlayan şarkılar ama On the Shores öte bir şarkıdır. Bu kadar diyeyim. Baştan sona kadar inanılmaz bir atmosfer.Albümün bir özeti aslında bu şarkı. Emprovize saksafon soloları, inanılmaz geçişler, melankoli, karanlık. Anlatılamıyacak güzellikte bir şarkı.
Sanırım bu seneki en iyi albüm bu olacak.Uzun zamandır bu kadar farklı bir albüm dinlemiyodum. Aralarında pek benzerlik yok ama bir sonraki Opeth albümünü bekleyenler bununla idare etsinler. Farklılık ve progresiflik açısından kesinlikle doyuracaktır.

2 Eylül 2010 Perşembe

Blind Guardian - At the Edge of Time


Uzun zamandır Power Metal dinlemiyodum. İyi geldi aslında. 16 yaşıma geri döndüm. Bu işi yapan adamlar gaz konseptini o kadar iyi biliyorlar ki; yaş kaç olursa olsun farketmiyor acayip gaza geliyorsunuz. Albümü dinlerken bi an lan basayım gideyim biyerlere savaşayım falan dedim.
Dediğim gibi uzun zamandır Power Metal ve türevleriyle aram olmadığı için Blind Guardian'ı Nightfall At the Middle Earth döneminde bırakmıştım. Hemen albümü Nightfall'la kıyaslama gibi bi klişeye düşmüycem. Daha önce bikaç albüm yazısında demiştim her albümü kendi içinde değerlendirmek gerek. Her grubun "top" yaptığı bi albüm vardır ve o albümden sonra grubun düşüşe geçmesi ya da farklı bişeyler yapmaya çalışması normaldir. Blind Guardian uzun zamandır bunun sancısını yaşıyo. Çünkü öyle bir albüm yaptılar ki kendileri dahil hiçbir Power Metal grubunun ulaşamıyacağı bi noktaya geldiler.
Bu nedenle albümü tüm BG albümlerinden soyutlayarak değerlendirirsek; sanırım son yıllardaki en sağlam, en epik PM albümü. Dediğim gibi çok PM'yle aram çok kalmadı son 10 senedir ama iyi bişey çıksa heralde farkederdim.
Hansi Kürsch gibi adam her gruba nasip değil, öncelikle bunla başlamak gerek. İnanılmaz farklı bir ses rengi var adamın. Zaten BG'yi öncelikle farklı kılan ne Middle Earth konsepti ne de melodileri ve ritmleri, bu damaın inanılmaz sesi. Albüm boyunca inanılmaz notalara çıkıyor ve çoğu şarkıda kendisine koro eşlik etse bile kesinlikle aralarında kaybolmuyor.
Albüm Sacred Worlds şarkısıyla açılıyor ve BG ilk defa gerçek bir orkestrayla çalışmış o yüzden biraz tırsmışlar. Onlar için albümü farklı kılan en büyük özellik buymuş. Aklımızda nasıl bişey yapacağımız vardı ama bunları nasıl orkestral hale getireceğimizi bilmiyorduk diyorlar, bu kadar da dürüst adamlar.
Sacred Worlds inanılmaz bir şarkı. Ben böyle coşkulu bir şey uzun zamandır dinlememiştim. 9.19 dk. uzunluğunda bir şarkı ama nasıl başlıyor nasıl bitiyor anlamıyorsunuz.
Ardından gelen Tanelorn, Road of no Release ve Ride into the Obsession(ki albümdeki favori şarkılarımdandır) zaman tüneli niteliğinde ve sizi Imaginations dönemine kadar geri götürüyor.
Curse my Name ise albümün Bard's Songvari flüt ve kemanlarla süslü bir Ortaçağ madrigali. mükemmel bir şarkı. Hansi'nin sesine doyduğumuz şarkı...
Valkryies ve Control the Divine tempoyu tekrar yükselten biraz da klasik BG parçaları. Ama albümün favori parçası War of the Thrones'ta Sacred Worlds'teki o heyecan sizi tekrar sarıyor ve aa ben savaşa gitçektim lan bak unutmuşum albümü dinlerken diyebilirsiniz. Gerçekten süper bir ballad.
A Voice in the Dark'ta şu Iced Earth'teki eleman (Demons&Wizards muhabbetindeki hani) çalmış sanırım. Zaten Iced Earth sounduna uygun olarak albümün en agresif parçası, solosu da mükemmel.
Wheel of Time ise albümün kapanış parçası. Açılıştaki gibi yine orkestra eşlik ediyor BG'ye. Ama bu sefer fark; aralarda oryantal ezgiler uçuşuyor. Gerçekten mükemmel olmuş. Özellikle sonunda şarkı iyice uçuyor. Mükemmel bir kapanış.
Eğer albümü Nightfall'la karşılaştırma gafletine düşmezseniz mükemmel bir albüm sizi bekliyor, benim gibi 28'inden sonra ortalıkta ergenler gibi dolaşabilirsiniz.