24 Kasım 2008 Pazartesi

OPETH - Watershed


İşte 2008'in albümü... Watershed...

Heyecanla bekliyodum bu albümü.. 8 sene önce Still Life'la başlayan Opeth manyaklığım bu albümle artık doruk noktasına ulaştı.

Non Serviam sayfalarında ilk reklamlarını gördüğüm zamanı hatırlıom Opeth'in. Altında Progressive doom death black yazıyodu. Öeehh demiştim. Ne demek lan bu abartmışlar demiştim. Ama dinleyince anladım. Gerçekten tanımlamak için Opeth'i extreme metalin bütün sıfatlarını kullanmak ya da kısaca Opeth lan işte demek gerek.

Arkadaş arasında genelde "Abi bi grup var bir şarkısından bi albüm çıkar. Tek bir şarkıda o kadar çok melodi var ki" diye tanımlanır Opeth. Gerçekten de öyledir. Muhteşem melodiler muhteşem riffler cömertçe harcanmıştır her Opeth albümünde.

Ama her zaman için Still Life'ın bütün Opeth albümleri arasında ayrı bir yeri vardır benim için. Dinlediğim ilk opeth albümü olmasının yanısıra akustik geçişlerin en hayvanca yapıldığı ilk üç albümdeki biraz karanlık ve soğuk "forest metal" havasından sıyrıldığı, konsept ve hikaye olarak da mükemmelin yakalandığı bir albümdür.

Dediğim gibi ilk üç albümdeki karanlık hava ve sound beni çok sarmasa da yine mükemmel albümlerdir. Blackwater herkesin favorisi olsa da yine Still Life olmamıştır benim için. Deliverance ise artık Opeth'in progressive alemlerinin kralı olduğunu gösteren albüm olmuştur. Ghost Reveries bunun kanıtı gibidir.

Bu albüme gelince...Evet..Çoğu kişinin de dediği gibi...İnsan Martin Lopez ve Peter Lindgren'in gidişini biraz hazmedemiyor. Lopez bi hayvandı kabul. Ama yeri dolmayacak birisi değil. Peter ise..Ne bileyim. Sanki Opeth'in ruhu gibiydi. Saçlarının arasına gömülüşü, cool duruşu... Mükemmel bi gitarist olmayabilir, Opeth'in son dönem şarkılarında hiç bir katkısı da olmayabilir. Ama Akerfeldt kadar vazgeçilmezdir Opeth için. Tabi kendi görüşüm bu.. Neyse. Onun yerine gelen tombalak Fredrik Akesson gruba ne kadar katkı sağlıycak görecez ama bu albümün %100 Akerfeldt ürünü olduğunu biliyoruz.

Herkes albümde Açılış parçasındaki bayan vokale takılmış biraz. Albüm dikkatle dinlenirse anne - baba konsepti üzerine kurulduğunu görülebilir. Bayan vokal o yüzden bu konseptin üzerinetam oturan birşey. Tabi ben dahil çoğu kişi Opeth de mi gothic metal akımına kapıldı lan eyvah dese de bayan vokal burda anneyi temsil ediyo. O yüzden pek bi sorun yok...

Açılış parçası Coil'den sonra gelen Heir Apparent ve The Lotus Eater şarkılarından sağ çıkabilen varsa albümün geri kalanını dinleyebiliyor. Bu iki şarkı ciddi anlamda yorucu ve bunaltıcı. Klasik Opeth yani. Onlarca riff ve yine cömertçe harcanan melodiler. Özellikle Heir Apparent'in sonundaki melodiye içi yanıyo insanın. Lan oğlum ne güzel şarkı yapardınız bu melodiyle hit yapardınız Mtv'lerde boy gösterirdiniz karı kız hasta olurdu size diyesi geliyo insanın ama Opeth işte..

Burden'a gelince ilk üç şarkının hala etkisinde kalan bünyeye son öldürücü darbeyi yapyor Akerfeldt. Opeth'in her albümde bi tane ağzınıza sıçacak şarkı geleneğini devam ettirmiş.Diyecek pek bişey yok.

Albümün kalan ilk üç şarkısı ilk dört şarkının gölgesinde kalıyo bana göre. Porcelain Heart, Hessian Peel ve Hex Omega inanılmaz harika şarkılar olmasına rağmen insanın aklı ilk 4 şarkıda kalıyor. Ghost Reveries'te de aynı sorunu yaşamıştım ben. İlk üç şarkıya o kadar takmıştım ki temposu daha düşük kalan diğer şarkıları dikkatel dinleyemedim hiç bir zaman. Yine aynı şey oldu tabi.

Daha ne diyeyim bilmiyorum. Bence yılın albümü. Heavy Metal grupları açısından gayet verimli geçen ve hayvan albümler yapılan bu seneye Watershed damgasını vurdu. Yaş oldu yirmi altı hala bi sonraki albümlerini bekliyorum. Benim için lise yıllarımdan kalan ve heyecanla dinleyebildiğim tek grup olma özelliğini koruyor Opeth.

Hiç yorum yok: