6 Kasım 2010 Cumartesi
25 Ekim 2010 Pazartesi
My Dying Bride
My Dying Bride'ın en iyi şarkılarından...Yıllar sonra tekrar dinledim ve yine aynı karanlığı, aynı melankoliyi aynı umutsuzluk hissini yaratmayı başardı. İnsana karanlığı bu kadar hissettirebilen başka müzik yapılacağını zannetmiyorum
13 Ekim 2010 Çarşamba
8 Ekim 2010 Cuma
2 Ekim 2010 Cumartesi
Ozzy Osbourne Konseri 30 Eylül 2010
26 Eylül 2010 Pazar
Ozzy Osbourne - Scream
19 Eylül 2010 Pazar
Giant Squid - The Ichthyologist
The Ichthyologist albümü ise 2009 çıkışlı. Ancak daha Amerika sınırları dışına çıkamamış. Albümün promosyonu hakkında ilginç bir nokta: Albümü Myspace'ten gruba sipariş eden ilk 50 kişiye grubun gitar vokali Aaron Gregory kendi elleriyle San Fransisco körfezinden topladığı köpek balığı dişlerini hediye ediyor. Böyle de cins elemanlara sahip:)
Albüme gelirsek dediğim gibi birbirinden çok farklı yapılara sahip pek çok şarkı var. Açılış şarkısı Panthalassa dinlediğim en güzel ve en gaz açılış parçalarından. Süper bir riff ve süper iniş çıkışlar. Ama albümün en iyi parçası ikinci şarkı La Brea Tar Pits. Uzun zamandır dinlediğim en hasta vokallere sahip (Brutal diil, panik yok) tam bir funeral doom parçası olarak başlıyor ve bir post-rock parçası olarak bitiyor. Şarkı albümün hiti benim için. Ardından gelen Sutterville ve Dead Man Slough'la çok hızlı başlayan albümün temposu düşüyor ama Throwing Donner Party at Sea ile tekrar hız alıyor. Bu parçada anaaa Gogol Bordello lan bu diyebilirsiniz. Şarkıda brutal vokalleri ise Crisis'teki hatun yapmış. Evet o brutal vokller bi hatuna ait:)
Sevengill ise albümün diğer hiti bana göre. burda da My Dying Bride'vari bir giriş, ağır riffler ve sonunda sürpriz olarak Anneke van Giersbergen'in vokalini duyabilirsiniz. Bu parçada uzun zamandır dinlediğim en sağlam doomy parçalardan. Mormon Island parçasında ise grup tekrar post rock yapısına dönüyor, ve sadece keman ve vokalle direk ambians'a sokuyor. Blue Linckia şarkısı Sabbathesk ağır rifflerle örülü olsa da Mormon Island'ın tamamlayıcı parçası oluyor. emerald Bay ve Rubicon Wall'la albümün sıkıcı parçaları. Sanki daha iyi bitirebilirlermiş gibi geldi.
Eğer değişik birşeyler dinlemek istiyorsanız albümü öneririm. Her sounddan barındıran ilginç hastalıklı bir müzik. Son 10 gündür aralıksız dinliyorum. ama artık biraz ara vermem gerekiyor. Ozzy Osbourne konseri yaklaşıyo. Biraz Ozzy çalışalım da konserde bu neydi lan, hangi parçaydı lan bu falan demiyeyim.
12 Eylül 2010 Pazar
6 Eylül 2010 Pazartesi
Sabri Vol.2
Daha önce burda vol. 1'i vardı. Ya bu adam türk futbolunun rengidir. Ne denir ki sana daha bilmiyom . İyi ki varsın. Ofiste iğrenç geçen günümü neşelendirdin...
Kurban - Sahip
5 Eylül 2010 Pazar
Ihsahn - After
2 Eylül 2010 Perşembe
Blind Guardian - At the Edge of Time
22 Ağustos 2010 Pazar
Iron Maiden - The Final Frontier
Kapaktan da belli olduğu gibi bu sefer uzay temalı süper bir albüm yapmış IM. Bruce ve Smith'in IM'e dönüşünden sonraki yeni dönemin en iyi albümü bence. Brave New World mükemmel bir albümdü tabi yeni kadronun da ilk albümü olduğundan o kadar objektif olamamıştı kimse. Dance of Death'te yer alan Paschendale zaten albüme yetecek bir parçaydı. A Matter of Life and Death benim için arada kaynadı o yüzden bişey diyemiycem ama bu albüm resmen şaheser olmuş.
Albüm Satellite 15... The Final Frontier parçasıyla açılıyo. Bi Smith Harris çalışması. (Zaten bütün parçalarda Harris var bu albümde) Şarkı iki bölüm ve ilk bölüm inanılmaz derecede Bruce'un solo dönemini anımsatıyo. Ve ikinci bölümde şarkı patlıyo. Tam bir IM giriş parçası. Büyük ihtimalle konserde bu parçayla girdiklerinde her yer yıkılacak.
El Dorado Bruce'un piç vokalini konuşturduğu (Bring your Daughterish) süper eğlenceli bi şarkı. Ritmi ve riffleriyle ikinci The Trooper.. Ayrıca üç gitarisitin de üst üste solo attığı (triple solo olayı) tek şarkı.
Mother of Mercy yine savaş temalı Smith Harris şarkısı özellikle sonu mükemmel şarkının. dinledikten sonra saağda solda "I'm a Soldier of Waaaar" diye bağırırken bulabilirsiniz kendinizi.
Coming Home albümdeki üç favori parçamdan birincisi. Zaten Bruce'un parmağının olduğu parçalar kendini belli ediyor. Albümün en yavaş ve en melodik parçalarından.. Ortasındaki sololar zaten inanılmaz..O nasıl bir "We will ride these thunderbirds!!" deyiştir ayrıca.
The Alchemist eğlenceli bir Gers parçası. Röportajında da güzel bir rock'n roll ritmi buldum ama albüm zaten uzun ben de parçayı uzatmadım diyor. Albümün en kısa en eğlenceli şarkısı.
Isle of Avalon "Seventh Son..." zamanında yapılıp unutulmuş bi şarkı sanki...Bu şarkıyla zaten albümün ikinci yarısı başlıyor ve albüm daha progresif bi hal alıyor.
Starblind'sa albümdeki diğer favori parçam. Yine Bruce parçası ve yine Bruce o yaşlanmaz sesiyle kimsenin çıkamayacağı notalara çıkıyor. Ayrıca şarkı boyunca inanılmaz güzel sololar gizli. Dinlerken dikkat edin arkada sürekli sololar devam ediyor. Gerçekten coşmuş aşmış süper bir parça...
Ve The Talisman... The Alchemist'te kısa kesen Gers burda aşmış bitirmiş. Ghost of the Navigator 2 diyolar parçaya sözleri itibariyle. Albümün en mükemmel parçası...Hatta Iron Maiden'ın son on yılda Paschendale'la beraber yaptığı en iyi şarkı. Şarkıyı aşağıya ekledim zaten. Söz yetmiyo anlatmaya.
The Man who Would Be King beni çok sarmadı nedense. Ama sonundaki nakaratı harika.
When the Wild Wind Blows 11 dakikalık Harris parçası. Böyle bir albüme böyle bir kapanış yakışırdı zaten. Muhteşem melodiler cömertçe saçılmış; sololar desen ayrı bir dünya, Bruce'u söylemeye gerek yok heralde. İnanılmaz bir parça..
Iron Maiden'ın son albümü olur mu bilmiyom ama böyle bir son yakışır babalara gerçekten. 7/24 dinliyorum albümü ne zaman bıkarım onu da bilmiyorum. Giderayak onlarca hit bırakmışlar bize. Teşekkürler IM.
15 Ağustos 2010 Pazar
Rotting Christ - Aealo
Tam 21 olmuş Rotting Christ kurulalı. 11 tane albüm. Black Metal gibi çok fazla dinleyeni olmayan bi müziği Yunanistan gibi bi ülkede yapıyorsunuz, bu müziğin aslı fanlarının olduğu İskandinav ülkelerinde değil. Ayakta kalmanızı sağlayan tek şey olabilir o zaman. Gerçekten çok iyi müzik yapmak ve hissettiklerinizi dinleyenlere de hissettirebilmek. İşte Rotting Christ bunu yapabiliyor.
13 Ağustos 2010 Cuma
Deftones - Diamond Eyes
Ben de Deftones bu kadar çok sevdiğimi bilmiyodum. Matrix soundtrack'inde tanımıştım grubu ilk taa lisede. O zamanlar daha ortodox bi müzik anlayışım vardı. Farklı gruplara biraz mesafeli duruyodum. Tabi sonra Maynard James Keenan'la söyledikleri Passenger'larını dinlemiştim. O zaman hastası olmuştum grubun. White Pony başucu albümüm olmuştu birden.
Gerçekten de Deftones diğer bütün Heavy Metal gruplardan farklı bir yerde. Vokal olsun, sound olsun, hayvani riffleri olsun unique diyebileceğimiz taklidi olamayacak bir grup.
Son albümleri Diamond Eyes'ta da Deftones farklılığını gene hissettiriyor. Albüme genel eleştiriler soundunun iyice düz rock grubu sounduna yaklaştığı yönünde. Deftones genelde vokali ön plana davulu da en geriye atıp gitarla basın soundunu tamamiyle birbirinden ayırırdı. bu albümde tüm enstrümanların sesi iyice birbirine yaklaşmış. Ancak yine de bu Deftones'un tarzından bir şey kaybettirmemiş bence. Zaten Chino'nun vokali ve yazdığı o sayko sözler oldukça Deftones farklılığından birşey kaybetmeyecek.
Albümün açılış parçası Diamond Eyes. Sanırım bi binkere daha dinlesem bıkmam. Royaldaki sayko rifflere birşey demiyorum zaten. Ama albümde Prince die bi şarkı var. Böyle bir şey yok ya. Bu nasıl sözler bu nasıl çığlıktır ya. Chino insan değil. Albüm için Chi Cheng'in komaya girmesinden çok etkilendiklerini bu yüzden daha optimist bi albüm yapmaya çalıştıklarını söylemişler. Diğer albümleri kadar karanlık değil kabul ama Cure fanı bi grup ne kadar optimist olabilir zaten.
Albümü mutlaka dinleyin. 2010 yılının en sağlam sounduna sahip albümüdür.
4 Ağustos 2010 Çarşamba
28 Temmuz 2010 Çarşamba
18 Temmuz 2010 Pazar
The Lost Room
13 Temmuz 2010 Salı
Noir Desir - Des Visages Des Figures
9 Temmuz 2010 Cuma
23 Haziran 2010 Çarşamba
Presence
20 Haziran 2010 Pazar
Pain of Salvation - Road Salt One
Lat Den Ratte Komma In
Bir vampir filminden beklenen kan, şiddet ve aksiyondan çok; film sizi İsveç'in buz gibi atmosferi ve çocukların kendi aralarındaki o saf diyaloglarıyla etkiliyor. Bir yerden sonra vampir filmi olduğunu bile unutuyorsunuz.
İki çocuk da inanılmaz başarılı oynamışlar. Özellikle vampirella rolundeki Eli. Etrafta dolanan Twilight çılgınlığından baydıysanız mutlaka öneririm.
Haruki Murakami Hakkında
İmkansızın Şarkısı... Murakami bu sefer kafasında yarattığı animevari karanlık dünyadan çıkıp kendi yaşadığı karanlık dünyasını anlatmış. Kitap aslında bir nevi Murakami'nin otobiyografisi. Beni en çok etkileyen kitabı sanırım bu oldu. Özellikle pazar günleri hakkında yazdıklarını okuyunca iki saat elimde kitap tavana boş boş bakıp düşünmüştüm.
Okurken en çok zorlandığım sanırım bu kitabı oldu. Zaten daha bu sabah bitirebildim. Diğer kitaplarından daha uzun, daha yavaş ilerleyen ve daha karmaşık ( daha imgesel demeliyim aslında) bu kitabı. Sonlarına doğru yine Murakami akıcılığına kavuşuyor. Kitapta ana hikayeyle beraber pek çok yan hikaye ilerliyor ama özellikle savaş hikayeleri olanca acımasızlığıyla yazılmış. Diğer kitaplarında da gösterdiği anti militarist yanını bu sefer daha şiddetli bir şekilde vurgulamış. Savaşın en iğrenç yüzünü ortaya çıkarıyor ve bu iğrençliği okudukça savaşın anlamsızlığı ve boşluğunu hissediyorsunuz.
Biraz geç oldu tanımam Murakami'yi. Sanırım bu geç kalmışlık duygusuyla kitaplarını yutarcasına okudum. Şu dönemi atlatmama aslında en fazla bu adam yardımcı oldu desem yeridir.
3 Haziran 2010 Perşembe
Jeux d'enfants - Tutku
Tutku başka nasıl anlatılabilir ki..........
23 Mayıs 2010 Pazar
Le temps detruit tout
Uzun zaman sonra hiç bir şey yerinde değil. Evi bok götürüyo. Bi haftadır toplamadığım çamaşırlar yatak odasının ortasında ütü bekliyor. Daha yıkanacak bissürü şey var. Yatağın üzerinde bir tişört&gömlek yığını var. Arada sıkılıp onların üzerine yatıyorum. Üzerimde akşam yediğim pizzanın yağının aktığı tişört altımda boxer..Bi odadan diğerine gidiyom. Zaten iki oda var. Canım hiçbişey yapmak istemiyor.
Aklıma ne gelirse onu yiyorum. Eti Browniyle başladım Hoşbeş diye fındıklı bi gofret var onla devam ettim. Bikaç dilim ekmek yedim peynir ve zeytin ezmeli..Çay yaptım kendime ama bitiremedim. Sigaraları bogartladım.Karnımda spazm devam ediyor. Sanki midem ortasından yarılcakmış gibi geliyor.
Bi taraftan internetten eksen dinliyorum. Diğer tarafta televizyon ve PS açık. Bi bölüm Prince of Persia oynuyorum. Sıkılıp televizyona dönüyorum. Bütün kanalları hızlı hızlı geçiyorum. Sonra öbür odaya dönüp eksen dinleyip ekşi okuyorum. Anlamsızca şukelaya basıyorum. Okuduğumu anlamadan.
Pencereler kapalı, perdeler de...Dışarıda olan biteni göresim yok. Dışarıdan gelen sesleri de duymak istemiyorum. Dışarıda bi hayat olduğu gerçeği hoşuma gitmiyor.
Evi toplamam lazım. bugün pazar. Herşey o kadar dağıldı ki. Gözümde büyüdükçe büyüyor. Yerde çoraplar var. Her odaya girişimde gözüme çarpıyor rahatsız ediyor ama eğilip alacak takatim yok.
Zaman her şeyi mahvetti yine. Sonsuza kadar sürsün dediğim anları süpürdü gitti. Geriye hiçbir heyecan bırakmadan. Yine herşeyi mahvetti ve anlamsızlaştırdı. Hiçbirşey hissetmiyorum artık...
22 Mayıs 2010 Cumartesi
Sonbaharı Özlemişim
Yarın hava düzelecek biliyorum. Güneş, sıcak, ter ve o sokakların yapış yapış kokusu geri dönecek. Ama biraz olsun o kokuyu tekrar duyabilmek...O umudu tekrar hissedebilmek, tekrar mutlu olabileceğimi hayal etmek...O bile yetti....
Daha koskoca yapış yapış bir yaz bekliyor beni... Ne heyecanım var ne de başka birşey. Sokaklardaki o sonbahar kokusunu daha çok uzun zaman duyamıycam....
20 Mayıs 2010 Perşembe
We're here because We're here
Kapağı dahil (Süper kapak bu arada benim dövmeye de benzio:), sözleri dahil Alternative 4 karamsarlığını artık iyice üstünden atmış Anathema. İyi mi kötü mü bilemiyorum ama ben sevdim. Hala açıp Lost Control ya da Forgotten Hopes dinlesem bile Anathema'nın bu hali de gayet ii bence.
Tekrar Anathema dinlediğime ve önümüzdeki yazın soundtrackini bulduğuma çok mutluyum. Kaliteli müzik dinlemek istiyosanız kesinlikle öneririm.
22 Nisan 2010 Perşembe
15 Nisan 2010 Perşembe
Ben Niye Antalya'ya Gidiom Şimdi?
- Daha festivalin yorgunluğunu atamadan ( Ne yorgunluğu lan mis gibi götünü yayıp film izlemişsin diyenlere özet bir gün:İşten çık, Koştur koştur eve git, yemek ye soyun dökün, koştur filme git, filmi izle koştur eve gel gece yarısı, uyumuyosa ona yazılmaya devam et, sonra yıkan yat sabah 6 buçukta tekrar kalk. İşten çık. Koştur eve git....) Antalya'ya yollanıom yarın. Firma yolluyo hemi de uçakla. Cebimden beş kuruş çıkmıycak. İlk başta söylediklerinde yok ya napçam ben orda deyip ilk reddedenlerdendim. Millet kendi arasında kavga edip hiçbirimiz gitmioz o zaman'a bağlayınca beni yolladılar. Noolcak yer içer sıçarım. Ehehehe..
- Bugün bir sene oldu ilk sesini duyalı. Beni iş görüşmesine o çağırmıştı.
- Doğum günümü kutladım. Hem de inanılmaz spontane bi şekilde. Aslında filmim vardı o gün. Öğleden sonra işten izin alıp başka bi yere iş görüşmesine gittim. sonra eve gidip yattım. Kalkıp hazırlanayım yavaş yavaş derken. sırayla Lise,işten ve üniversiteden bi arkadaşım arayınca e bari doğum günümü kutlayalım lan dedim. Hiç birinin haberi yoktu tabi doğum günüm olduğundan. Sanırım yukarıdan bana bi kıyak geçildi.
- Hayatımda ilk defa bi arkadaşıma birisini ayarlamaya çalıştım. Çok gergindi başta ortam. Bi de çocuk muhabbete giremedi falan. bi türlü olmadı. Üzüldüm. İlk denemem acaip başarısız oldu.
- Haruki Murakami'yi neden bana yıllarca kimse söylemedi? Sahilde Kafka hayatımda okuduğum en süper kitaplardan biri. 600 sayfalık kitabı bitince napçam ben korkusuyla okur mu insan ya. Kayıp Koyun'un İzinde'yi okuyorum şimdi. Külliyatını devirecem Mayısa kadar sanırım. (küfür gibi oldu di mi? külliyatını devirdiğimin..ehehe)
İstanbul Film Festivali İzlenimleri
- Kafa 1500: Adı gibi Kafası da iyi bi Avusturya filmiydi. Benim için iyi bi başlangıç filmi olmadı. Ama eğlencelik olarak izlenebilirdi. Sanırım konusu Magic Mushroom'un faydaları. Bu arada yeni Rüya sinemasında izlediğim ilk film oldu. Koltuklara otururken biraz gergindim. Lan ne yaşanmışlıklar vardır bu koltuklarda diye.
- Greenberg: Royal Tenanbaums hayranı bi insan olarak Baumbach'ın bu filmini izlemek gerçekten istiyodum. Güzel de filmdi aslında. Ben Stiller'dan böyle bir oyuncu yaratmak ustalık isteyen bir yönetmen becerisi. Bir Royal tenenbaums ya da The Squid and the Whale değildi ama rahatsız insanlar hakkında filmleri nedense seviyorum.
- Ejderha Dövmeli Kız: Kitabının ilk 150 sayfasını okurken Allah'ım naptım ben nerden başladım bu kitaba derken kalan 500 sayfasını iki günde bitirdiğim STIEG LARSSON eserinin beyaz perdedeki hali. Koku'dan sonra belki de gördüğüm en iyi uyarlama. Kitabı okurken nasıl üşüdüysem filmde de aynı soğukluğu yaşadım. Festivalde izlediğim en iyi filmdi.
- Getirin Kellesini: Doğum günüme denk geldiği için izleyemedim. Biyerlerden bulmam gerek. Link falan veren olursa çok sevinirim.
- Islık Çalmak İstersem Çalarım: Güzel film çekmek için milyonlarca dolar harcanması gerekmediğinin ispatı romen filmi. Gerçekten bayıldım. Hanekevari sabit kamera çekimleri, gergin diyaloglar, bakışmalar. Bu filme de gittiğim için çok mutluyum.
- Bay Hiçkimse: İzlemeyin.Hala pişmanım.
- Başka Dilde Aşk: Ben bu filmi izleyemiycem heralde. Bi türlü nasip olmuyo.
- Hücre 211: Son filmim. Acaip Tarantesk bi filmdi. Zaten kulak koparma sahnesi buna da en açık göndermeydi. Oz dizisinden beri hapishanelerle ilgili bişey seyretmemiştim. Mahkumların ETA üyelerini koz olarak kullanıp İspanya hükümetinin tırsıp aman onlara bişey yapmayın sıçarız pozisyonuna girmesi en gerçekçi kısmıydı filmin.
Böyle işte. Bu senenin son film festivaliydi. İF İstanbul sırasında acaip boktan bi ruh halindeydim. Ne izlediğimi bile anlamadım. Bu daha iyi geçti sanırım. Keşke o da gelebilseydi.
3 Nisan 2010 Cumartesi
Kırılma Noktası
Şu ana kadar defalarca bu noktaya geldim. Nasıl yapıyorum bilmiyorum ama en az hasarla atlatıyorum. Ama korkuyorum bi taraftan. Bu noktada bilinç diye birşey yok.
Daha güçlü olmam gerekiyor. Dayanmam ve duvarlarımı örmem gerekiyor. Kendimi rezil etmemeliyim. Çatırdadığımı duydum birkaç kez. Ama henüz kırılmadım. Kırılmayacam.
2 Nisan 2010 Cuma
Katatonia - In the White
Are you in or are you out
The words are stones in my mouth
Hush little baby don't you cry
Truth comes down
Strikes me in the eye
Turning season within
Brand new nails across my skin
But who am I to imply
That I was found
That I found you in the white
To overcome this
I become one with
The quiet cold of late november
If you don't see
I'll remain unseen
Until there's time to be remembered
So I had a green light
I was lost in city lights
Not far from a try
This is not our last goodbye
So I found you
Found a way all through
The quiet cold of inner darkness
And now that you're here
It becomes so clear
I have waited for you always
30 Mart 2010 Salı
Detektivbyrån
23 Mart 2010 Salı
I am piling up some unread books under my bed but i really think i'll never read again
- Dövme yaptırdım ben...Buraya yazıyım da unutmayayım. 13 Şubat günü. Hoş. Hayatımda hiç unutmuycaam bigün. eminim... Neyse işte bi ara resmini koyarım dövmenin.
- sonisphere'de ölmeye gidiom bu arada. Hangi akla hizmet saha içi aldım bilmiom. 18'lik veletler benim üzerimde tepinirler o kadar yoğun testeron seviyesiyle. Neyse ölceksek öyle bi yerde ölelim.
- Sürekli kilo veriom. Bildiin durduramıom. 61 kilo oldum. Naaptın sen bana ya...
- İstanbul film festivali başlıo. 8 filme alabildim bu sene. Hepsine tek başıma gidecem. İf'te 6 bilet alıp 4'üne gidebilmiştim. Bu sefer hepsine giderim umarım.
- İf'teki filmler bok gibiydi bu arada. Ben mi yanlış seçtim naptım. Bi bronson vardı galiba güzel olabilecek onu da izleyemedim. Neyse.
- İzmir'e gidiom hafta sonu. Gerekti bu bana. Şimdi orda da annemler darlıycak.
- Kışın soundtrack'i Katatonia Night is the New Day'di. son bibuçuk iki ay pek dinlemedim ama şimdi açtım resmen bütün kış yaşadıklarım gözümün önünden geçti. Bahar aylarım için bi soundtrack arıom. Güzel bi albüm çıksa keşke.
- the tea party çok severim, geçen gün Jeff Martin geldi konsere tek başına akustik falan. bok gibiydi konser ya. Studio Live sux. Abi bi gitar bi vokal neyi ayarlayamadınız ne biçim ses düzeniydi o.
- Chuck Palahniuk'un Tekinsiz'i çok fena ya. Abi midem kalkıo okurken her seferinde. Adam iyice saldırganlanmış. Daha okuycam bissürü kitap birikti.
- Ejderha dövmeli Kız'ın ilk 150 sayfasını okuyabilirseniz geri kaln 400 sayfa su gibi gidio. Ben ilk 150 sayfayı 3 hafta kalan 400'ü 2 günde bitirdim.
- Lost baymış beni bu arada onu anladım. İlk bölümünden sonra elim gitmedi. duruo hala ööle
- Alice in wonderland'i izlemiycem.
- ne biliim aslında çok şey var kafamda. bu aralar da sakinim. yazabilirim aslında ya. Şimdilik bu kadar yazayım. Bahar ayı için soundtrack arayım kendime biraz şimdi...